ve tecerrüd ve mübayenet-i mahiyet hikmetleriyle; ve adem-i takayyüd ve adem-i tecezzî ve adem-i tahayyüz sırlarıyla; hem avaik ve mevani’ o kudret-i ezeliye kanunlarına kolaylık vesileleri olması hikmetiyle -ki onlara hiç ihtiyaç yok- faraza ihtiyaç olsa da, o manialar ve âikalar insanın a’sab ve damarları gibi veya demir hatları, (yani kablo telleri) seyyalat-ı latifenin nakline vesile ve vasıta olmaları gibi sırlarla;
Hem, zerre gibi küçük mahluklar ve cüz ve cüz’î, az ve küçük, çekirdek ve insan gibi şeyler; dekaik-i san’at ve cezalet-i hikmet itibariyle; yıldızdan, nev’den, küllden, küllîden, çoktan, büyükten, âlemden ve ağaçtan daha aşağı ve az san’atlı olmadığı hikmetiyle, elbette bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez. Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat) muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki semavat sahifeleri üstünde, yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle yazılan bir Kur’an-ı Azamet’ten cezalet-i san’at cihetiyle daha az ve kıymetçe daha aşağı değildir. Öyle de: bir arı ve bir karıncanın hilkatı, cezaletçe bir ağacın hilkatından geri kalmadığı gibi; bir zehrenin (çiçeğin) san’atı dahi cezalet-i san’atça, gökte parıldayan Zühre yıldızından aşağı değildir ve hakeza kıyas et!
İşte, icad-ı eşyadaki nihayet derece kemal-i sühulet, nasılki ehl-i dalaleti; hadsiz hurafedar, muhalatı müstelzim olan ve akılları onu düşünmekten kaçıran; belki hayal ve evhamları bile tevehhümünden tenfir ettiren; eşyanın teşkilini, teşekkülle iltibas vartasına düşürmüş. Öyle de ehl-i hak ve hakikata da, Hâlık-ı Kâinatın kudretine nisbeten zerrat ile seyyarat beraber müsavi olduklarını gayet kat’î ve zarurî bir şekilde isbat eder.
جَلَّ جَلَالُهُ وَ عَظُمَ شَانُهُ وَلَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
Hem, zerre gibi küçük mahluklar ve cüz ve cüz’î, az ve küçük, çekirdek ve insan gibi şeyler; dekaik-i san’at ve cezalet-i hikmet itibariyle; yıldızdan, nev’den, küllden, küllîden, çoktan, büyükten, âlemden ve ağaçtan daha aşağı ve az san’atlı olmadığı hikmetiyle, elbette bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez. Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat) muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki semavat sahifeleri üstünde, yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle yazılan bir Kur’an-ı Azamet’ten cezalet-i san’at cihetiyle daha az ve kıymetçe daha aşağı değildir. Öyle de: bir arı ve bir karıncanın hilkatı, cezaletçe bir ağacın hilkatından geri kalmadığı gibi; bir zehrenin (çiçeğin) san’atı dahi cezalet-i san’atça, gökte parıldayan Zühre yıldızından aşağı değildir ve hakeza kıyas et!
İşte, icad-ı eşyadaki nihayet derece kemal-i sühulet, nasılki ehl-i dalaleti; hadsiz hurafedar, muhalatı müstelzim olan ve akılları onu düşünmekten kaçıran; belki hayal ve evhamları bile tevehhümünden tenfir ettiren; eşyanın teşkilini, teşekkülle iltibas vartasına düşürmüş. Öyle de ehl-i hak ve hakikata da, Hâlık-ı Kâinatın kudretine nisbeten zerrat ile seyyarat beraber müsavi olduklarını gayet kat’î ve zarurî bir şekilde isbat eder.
جَلَّ جَلَالُهُ وَ عَظُمَ شَانُهُ وَلَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ